Aşağıda manaları verilen fakat ekseriyetle yerinde anlaşılmayan kelimeler tasnif edilmiştir. Aynı zamanda bu kelimeler izah edilirken kâinat kitabındaki hangi faaliyetle örtüştüğü esas alınmıştır.
- Güneş: Ziya, hararet ve elvan-ı seb’anın menba’ıdır.
- Ziya: Güneşten çıkan kâinata dağılan ışık dalgasıdır. Güneşin yedi rengi ısısı ve elvan-ı seb’asını câmîdir.
- Güneşin ziyası atmosferin ötesinde uzayda görünmez. Ancak atmosferde açığa çıkar.
- Itlakıyet: Salıvermek, bırakmak demektir. Ziyanın saniyede üç yüz bin kilometre hızla etrafa yayılmasıdır.
- Tecelli: Ziyanın, denizin ve aynanın içine girmesidir.
- Cilve: Güneşin ziyasının denizin içine girdiğinde orayı parlatması, sıfatlandırmasıdır.
- Ef’al: Elektronlarda meydana gelen değişiklik ile suyun ısınmasıdır.
- Tezahür: Yansıma, nur, ziyanın denizin içine girdikten sonra geriye dönmesi aksetmesidir.
- Bu fiilî isimlerin kâinatı ihatası ve cilveleri hakkında yirminci mektubun ikinci makamının onuncu kelimesinde şöyle denilmiştir:
O Zat-ı Zül Celal Ve’l-İkram,
- Ehadiyet-i zatiye ile beraber külliyet-i ef’al sahibidir.
- Vahdet-i şahsiyesiyle beraber muinsiz umumiyet-i rububiyet sahibidir.
- Ferdaniyetiyle beraber, şeriksiz şümullü tasarruf sahibidir.
- Nihayetsiz ulviyetiyle beraber irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zahir olan tecelli-i sıfatı ve cilve-i ef’al içindeki teveccüh-ü ehadiyetiyle her şeye her şeyden daha yakındır.
- Maddeden mücerret olmakla beraber, mekândan da münezzehtir.
- Bir olmakla beraber, her işi bizzat halk ve icat edendir.Hem zatındaki vücub ve tecerrüt, mahiyetinin mübayeneti ve adem-i tekayyüt, hem adem-i tecezzi ve adem-i tehayyüz sırrıyla, hem imdad-ı vahidiyet, yüsrü vahdet ve tecelli-i ehadiyet düsturuyla, bütün kainatı bir tek şey gibi suhuletli ve kolay halk ve icad eder. Bir tek ferdi, bütün eşya kadar sanatlı ve hikmetli yaratır denilmiştir.
- İşte böyle bir Zat-ı Zülcelal’in ne zatında, ne sıfatında, ne şuunatında, ne saltanatında, ne rububiyetinde, ne uluhiyyetinde, ne icraatında, ne icadâtında ve ne de ef’alinde asla şeriki, veziri, naziri, zıddı, niddi yoktur ve olması hadsiz derecede muhaldir. Bu mes’elenin izahını isteyenler ona müracaat etsinler.
- Buraya kadar yapılan izahlarla Lafzullah’ı bir derece tanımaya ve anlamaya çalıştık. Evet, Allah’ın varlığını bilmek ayrıdır, onu tanımak ayrıdır.
- Muhyiddin-i Arabi, Fahreddin-i Razi’ye mektubunda;
“Allah’ı tanımak, onun varlığını bilmenin gayrıdır” demekle, onu tanımanın varlığını bilmekten çok daha ileri olduğunu vurgulamak istemiştir. İşte Risale-i Nur eserleri Allah’ın varlığını bildirmekle beraber, bütün sıfat-ı kemaliyesini bütün meratibiyle bizlere tanıtıyor. Akıl ve kalbi imtizaç ettiriyor.
- Cenab-ı Hakk’ı en iyi tanıyan ve bilen hiç şüphesiz başta Peygamber Efendimiz (asm) olduğu halde, onu hakkıyla tanımak hususundaki aczini bildirmiş.
- Hadis-i Şerifte: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Seni lâyık-ı vechile tavsif edemedim. Ya Rabbi, sen kendini sena ettiğin gibisin” buyurmuştur.
- Risale-i Nurun on birinci sözünde; “Ya Rabbi, seni nasıl tavsif ve tarif ederiz, senin tarif edicilerin bütün masnuatındaki mucizelerindir” denilmiştir.
- Mevlana demiş ki: “Ya Rabbi, bildir de ben beni bileyim, beni bilen ben ile kendime geleyim, ben bensizliğimle seni bileyim, seni bilmeyen beni, ben neyleyim.”
- Hem Tarik-i Nakşi’nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbani (ra) demiş: “Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk.”
- Hem Tarik-i Kadirinin kurucusu olan Abdulkadir Geylani Hazretleri o tarikatta, nefs-i emareden başlayıp nefs-i mardiye makamına kadar ulaştıran bir yol aşmıştır.
- Hem Ehl-i Sofi; fena fişşeyh, fena firrasul, fena fillah makamlarına çıkarak, kendilerini hiç sayıp, bu yolda tamamen Cenab-ı Hakk’a teslim olmuşlar.
- Hem Bediüzzaman Hazretleri bu teslimiyeti, Allah’a karşı “acz-i mutlak, fakr-ı mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak” olarak şekillendirmiştir. “Ya Rabbi, kemalsizliğimle kemalini, aczimle kudretini, fakrımla gınanı bileyim” buyurmuştur.
- Ya Rabbi, senden gelecek her hayra muhtacım. Çünkü her hayrın başı sensin Rabbim. Nefsimizden gelecek her türlü şerden, farazi ve vehmi olan şirkten sana sığınırım; çünkü her şerrin başı nefsimdir. Ya Rabbi, senin havl ve kuvvetin olmazsa, ne hayrı yapmaya ne de şerri terk etmeye gücümüz yeter. Bizi muhafaza eyle! Âmin. Âmin. Âmin.
Alıntıdır