Âlemlerin yaratıcısı ve tek sahibi olan Hz. Allah, âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’i (s.a.v.) insanlar ve cinlere mükemmel bir rehber olarak gönderdi. Yine Cenâb-ı Hak bu imtihan dünyasında rızasına uygun bir hayatın nasıl yaşanacağını apaçık anlatan Kur’an-ı Hakimi peygamberi vasıtasıyla kullarına beyan etti.
İşte bu ezeli hitabın muhataplarına ilk mesajı ise “Oku” emri oldu. Peki neyi?
Bu mesajı iki şekilde anlamak mümkündür.
Birincisi; Kur’anın lafızlarını okumak
İkincisi; Kitab-ı kebir dediğimiz kâinat kitabını okumak.
İkinci okuma şeklini esas aldığımızda iki soru akla geliyor:
- Ne için okumak?
- Nasıl okumak?
Ne için okumak; kâinat kitabını, içindeki tüm varlıkları ve bu emrin muhataplarını yaratan yüce Allah’ın gaye ve hikmetlerini anlamak için okumak.
Nasıl okumak; “mana-yı harfi” tabir edilen yaratıcının adına ve onun hesabına okumak. O’nu merkeze alıp her şeyi yaratıcısıyla irtibatlandırarak okumak.
Evet bu okumayı bir metot dâhilinde yapacağız. Ayrıca bazı kavramları anlaşılır hale getirmek için birde misal vereceğiz.
Yüce yaratıcının bu muazzam kâinat kitabını var etmesindeki gaye ve hikmetlerini anlayabilmek için önce O’nu tanımak ve bilmek gerekir. Zira Cenâb-ı Hakkı tanımadan eşyanın gerçeğini anlamak mümkün değildir. Tüm varlık âlemi onun isim ve sıfatlarının bir çeşit tecellisidir. Şu halde kainat kitabının sayfalarını okuyabilmek, cümlelerini anlayabilmek için kâtibinin isim, sıfat ve şe’nlerini bilmemiz gerekir.
Hz.Üstad, Risale-i Nur’un çok yerinde Cenâb-ı Hakkı tanımak ile bilmenin ne şekilde olacağını farklı pencereler açarak izah etmiştir. Bu marifetin en kısa, en selametli usulünün “Eserden müessire geçiş” olarak tabir ettiği tefekkür yolunun olduğunu yazılan eserlerden anlıyoruz.
Bu yöntem bize kâinat kitabının gözümüzle gördüğümüz canlı-cansız tüm eserlerini, bir kitabın sayfaları, cümleleri, kelimeleri ve harfleri gibi görmemizi ve okumamızı öğretiyor.
Bu bakış açısı ile Allah’ı bilmeye, tanımaya dair ilmi tahsil etmek hem daha kısa hem de kolay bir vaziyet alıyor.
Elde edilen bu nazar ile her bir şeye O’nun hesabına bakmayı öğreniyoruz. Her şeyi bir mektup gibi kabul edip kâtibi ile irtibatlandırmak suretiyle bir kitap okur gibi kâinatı okumaya başlıyoruz.
Şimdi kâinat kitabını okumak ile eserden müessire geçmek kavramlarını birbiriyle irtibatlandırmaya başlayalım;
Kâinat kitabının satırlarına dikkat edip okumaya başladığımızda yaratılış zincirinde şu sıralamayı görüyoruz:
“Eserin kemâli bilmüşahede fiilin kemâline, fiilin kemâli bilbedahe ismin kemâline, ismin kemali bizzarure sıfatın kemâline, sıfatın kemâli hads-i yakînle şuûnatın kemâline delalet eder. Şe’nin kemâli ise, hakkal-yakîn bir suretle zâtın kemâlini gösterir.” (Mesnevî-i Nuriye, 14.lema)
“Eser – Fiil – İsim – Sıfat – Şuunat – Zât” sıralamasını bir örnek ile izah ederek bunun üzerinden bir tahlil yapmaya çalışalım. Şöyle ki;
Mahir bir ressamı, resim yapmaya sevk ve teşvik eden his, sanatının diğer insanlar tarafından bilinmesi arzusudur. Eserlerinin tanınması ve bilinmesi doğrudan şahsının bilinmesine ve şöhret bulmasına hizmet eder. İşte tanınmaya olan muhabbet ve arzu, zatını tanıtacak eserleri yapmak için ressamı bir irade ortaya koymaya sevk eder. Bu irade, eserlerin ortaya çıkış noktası için gerekli fakat yeterli değil. Zira; iradenin hemen arkasından sanatını ortaya koyabilecek, sanatçı ruhunun inceliklerini eserlerine aksettirecek farklı sıfatlara da sahip olması gerekiyor. Resim sanatının inceliklerine dair ilim ile beraber, esere suret ve kimlik kazandıran fırça hareketlerini hatasız ifa edecek bir kuvvete de ihtiyaç duyar. İrade, ilim ve kudretinin birlikte vazife yapması, kendisinin mâhir bir ressam sıfatıyla anılmasını sağlar. Neticede ortaya çıkan mükemmel eser, ressamın eser üzerindeki fiil, isim, sıfat ve kabiliyetlerini anlayıp şahsını tanımamıza vesile olur.
Şimdi Cenab-ı Hakkın kâinat denilen muazzam kitabı yazması ve yaratmasındaki maksat, hikmet ve takip ettiği sıralamayı bu misal ve öncesinde ifade ettiğimiz hakikatler ile birleştirelim.
Hz.Allah’ın şu gördüğümüz büyük kâinatı var etmesindeki en mühim maksadı, tecellisinin güzelliklerini ve mükemmelliklerini görmek ve göstermek istemesidir. Bu suretle tanınmaya ve bilinmeye olan kutsi muhabbeti şuunat denilen ilahi hisler ve kabiliyetler olarak anlaşılır hale gelir. Bu ilahi haller ve kabiliyetler kâinatın yaratılmasını irade etmeyi gerekli kılmıştır. Zâti sıfatlardan olan irade ise ilim ve kudret gibi diğer sıfatların tecellisini gerekli kılmıştır. Şu halde sıfatları harekete geçiren hususiyet, sıfatların kutsi kaynağı manasındaki şuunattır.
Sıfatlar üzerinden devam ederek diyebiliriz ki, sayı itibarıyla sınırlı olan sıfatlardan sayısız, sınırsız filler meydana gelir. Bu çok sayıdaki fiillerden, insan aklının kavramakta zorlandığı, atom parçacıklarından tutun uzayın sonsuz derinliklerine kadar sayısız, sanatlı ve mucizevi eserler ortaya çıkmaktadır. Her fiil şüphesiz bir failden sûdur eder, bir özneye işaret eder. Şu halde fiillerdeki mükemmellik, isimlerin kemaline işaret eder. Tüm fiiller mutlak fail olan Allah’ın isimlerine ve bu isimlerin nuruna, tecellisine bağlıdır.
İşte insan yukarıda anlatılan sıralama ve usul ile kâinat kitabındaki hangi esere, mahluka baksa oradan Rabbine ulaşacak bir pencere açabilir. Eseri görüp, eserlerin mutlak yaratıcısına doğru giden tefekkür yolunu takip ederek “Oku” emrine imtisal etmiş sayılır. Bu okuma şekli, Cenâb-ı Hakkın varlık, birlik ve azametini insanın zihnine yerleştirmenin bir başlangıcı sayılır. Kazandığı bu ilim ve irfan sayesinde Kuran-ı Hâkim’in ilk emri olan okumak fiiline, kâinatı yaratan Rabbinin ismiyle ve O’nu merkez alarak başlamış olur.
Evet en başta sormuştuk kainat kitabını ne için ve nasıl okumalıyız?
Bu suallerin cevaplarını özetle şöyle ifade edebiliriz:
Kâinat kitabını, kâinatı yaratan yüce Allah’ı tanımak ve bilmek maksadıyla yavaş yavaş, hazmederek okumalıyız. Elde edilen bu ilim ve marifet yaratıcının bizden istediği ve razı olduğu hayat tarzının yaşanması noktasında hayati bir önem taşımaktadır.
Bu okumayı nasıl yapacağımıza gelince; Kur’ani bir bakış açısıyla yarattığı tüm eserleri ayrı ayrı okunup anlaşılması gereken birer mektup kabul edip öyle okumalıyız. Gönderilen mektupların her satırına itina ile bakıp O’nun hesabına hâlisâne okumanın Cenâb-ı Hakkın rızasına uygun bir okuma şekli olduğunu söylememiz mümkündür.
Evet ne diyordu yüce kitabımız ilk emrinde; yaratılan tüm eserleri hakiki tesir sahibi olan Allah ile irtibatlandır ve “Yaratan Rabbinin ismiyle oku!”