Hz. İsa son akşam yemeğini Zeytin Dağı’nda yer ve ellerini semaya açar; “Ya Rabbi beni o peygambere (Hz Muhammed’e) ümmet eyle” diye niyazda bulunur. Sonrasında, hepimizin bildiği, göğe yükselme hadisesi.
Peki, kendisini ihbar eden havarisi Yahuda’ya ne olur?
Cenab-ı Hakk’ın kendisine Hz. İsa suretini vermesi üzerine, Roma İmparatorluğu’nun Yahudi’ye eyaletinin valisi Pontius Pilatus’un emri ile yakalanır. Ve Hıristiyan Âlemi’nin Via Dolorosa (Elem Yolu) dediği yoldan çarmıha gerilmiş vaziyette taşlanarak, bugünkü Kıyamet Kilisesi’nin olduğu yere götürülerek öldürülür.
İlerleyen yıllarda Hristiyanlığı kabul eden Roma İmparatorluğu kutsal mekânlara sahip çıkmaya başlar. Roma İmparatoru Constantine’in annesi Helen, Kudüs’ü ziyareti esnasında buraya büyük bir Kilise yaptırır. Hıristiyanlar için önemli tarafı, Hz. İsa’nın yeniden bu mekanda dirileceğinden bahisle, burası Hristiyan Âlemi’nin kutsal Hac noktalarından biridir.
Kısa bir tarihi geçmişinden sonra bize, yani İslam Âlemi’ne taalluk eden meselesine bakalım.
Evliya Çelebi’nin deyimiyle Kamame Kilisesi. Hristiyan Mezheplerin, basamak ve camlarının temizliği, dini ayinleri yerine getirme vecibesi, gerekli bakım ve onarımını yapmak için mekânın kutsallığından dolayı rekabet ederken birbirlerinin kanını döktüğü yer.
Yıllarca kilisenin bakım ve onarımı konusunda kan akar durur. Tarih 1852’yi gösterdiği zaman onlarca kişinin ölümüyle sonuçlanan bir katliam yaşanır. Bu durum hızlı bir şekilde merkeze, yani İstanbul’a ulaştırılır. Akan kanın durması için problemin çözümü, Sultan Abdülmecit Han’ın yayınladığı ferman sonucunda gerçekleşir. Aynı fermana 1967′de bir madde eklenerek uygulama devam eder. Hatta günümüzde de hala geçerliliğini korumaktadır.
Abdülmecit Han’ın hazırlattığı fermanda Kudüs Hıristiyan topluluğuna hitaben şöyle der; “Problemin çözümü için Kutsal mekânlara ben geleceğim, milimi milimine kimin nereyi temizleyeceğini ben belirleyeceğim. Bundan sonra da bir taşı yerinden oynatan, kafasını yerinden oynatmıştır. Biline…”
Ferman, Kudüs’e ulaşılır ulaşmaz, kilisenin önündeki meydanda okunmaya başlanır. O sırada bir Ermeni papazı kilisenin ön cephesindeki pencerelerden birini, dayadığı ahşap bir merdivene basarak temizlemekle uğraşmaktadır. Metnin okunması bittikten sonra Papaz apar topar aşağı indirilir. Ancak temizlik yaparken kullandığı merdiveni kaldığı yerden almak istediğinde “dokunma” denilerek müdahale edilir. Ve o günden bugüne merdiven hala orada öylece durmaktadır.
Kısa bir süre sonra Osmanlı’nın gönderdiği uzmanlarla mekânlar yeniden milimetrik olarak paylaştırılmış, bu arada son kavgaya sebep olan bahçedeki son basamağın, Katoliklerin hakkı olduğuna karar verilmişti. Bu son basamağın kavga sebebi olması ise şundandır: Basamak olarak başlayıp, zamanla -ezilmeden ötürü- bahçe ile aynı seviyeye gelmiştir. Sonrası malum; basamak mı? Bahçe mi?…
Evet, İslam Medeniyeti, dinlerin arasındaki mezhebî çekişmelerde bile arabuluculuk yaparak ibadet özgürlüğü tanırken, bu zamanda ecnebilerden bunun tam tersini görüyoruz. İslam dünyasının merkezi konumunda olan Orta Doğu’ya baktığımızda, sürekli bir kan ve gözyaşı hâkim. Bunun sebebi ise, 1798’de Napolyon’un Mısır’ı işgali ile başlayan ve Fransa rekabetinden ötürü Hindistan sömürgesini korumak için bölgeye gelen Büyük Britanya’nın akıttığı ve akıttırdığı kanlar. Ve bölgede 1948 yılında kurulan İsrail Devleti.
Yapılan bunca cürmü, demokrasi maskesinin arkasında meşrulaştırmak için, bölgedeki mezhep çatışmalarının altını körükleyerek müdahale için zemin hazırlıyorlar. Arkasından gelen müdahalelerde ortaya çıkan durum değişmiyor; yine kan ve yine gözyaşı…
Mezhep ayrılıklarımız çeşitliliğimizi temsil ederken, maalesef içimizdeki uhuvvet eksikliği bizi fitne ve şer odaklarının kucağına atıyor. Allah şerlerinden muhafaza eylesin.
150 yılı aşkın zamandır yerinde duran basamak
Basamak mı? Bahçe mi tartışmasına sebep olan yer
ALINTIDIR