Bin dört yüz senedir Kur’ân-ı Hakîm’e nazîre yapılamaması, bir benzer getirilememesi, onun üzerindeki ‘i‘câz’ damgasını güneş gibi âşikâre gösteriyor. O Furkân’ın üzerindeki ‘i‘câz’ mührü dahi, Kur’ân-ı Hakîm’in ‘Kelâmullah’ olduğunu kat‘î bir sûrette ispat ediyor. “(Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: ‘Yemîn olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, (yine) onun benzerini getiremezler’ ” (17/88)
İ‘câz, Fahr-ı Âlem (asm)’ın risâlet da‘vâsında göstermiş olduğu en büyük mucizesi olan Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın, sahib olduğu harikulade hususiyetleriyle, başkalarını, onun benzerini yapmaktan “âciz” bırakarak hakkaniyetini ispat etmesi demektir. [Devamını oku…]
Dünya evinde misafir olmak
İnsan bu dünyada ev sahibi değil misafirdir. Kendisine ikram edilenleri yer, içer, Veren’e şükreder. Kendisi yapmadığı,yaptırmadığı veya satın almadığı, dolayısıyla kendisine âit olmayan, hatta kirasını bile ödemediği bir evde, belirli bir süre ikamet eden bir kişi ev sahibi değil, misafirdir.
Hem insan kendi evinde her istediğini yapma yetkisine sahip olsa da, misafir olduğu evde aynı yetkilere sahip degildir. Misafir, sadece ev sahibinin izin veridiği şekilde davranabilir. Yoksa kendi evindeymiş gibi her şeyi yiyip içmeye, her odaya rastgele girip çıkmaya kalkışsa hata eder. Ev sahibine karşı saygısızlık olur. Ve bu nezaketsiz misafir ikinci defa davet edilmez. [Devamını oku…]
Îsâ aleyhisselâm ın en büyük müjdesi
Hani Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrâil oğulları! Muhakkak ki ben, benden önce (gönderilmiş) olan Tevrât’ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek ismi Ahmet olan bir peygamberi müjdeleyici olmak üzere size Allâh’ın (gönderdiği) bir peygamberiyim!” demişti . (61: 6)
Kur’ân-ı Kerîm’de, Sûre-i Saff 6. âyette, Cenâbı Hak Îsâ Aleyhisselâm’ın Peygamberimiz (sav)’i ismiyle müjdelediğini haber vermektedir. (Âyetle ilgili Risâle-i Nûr’da geçen veciz tahlil ve kutsal kitapta geçen yerler dipnotta verilmiştir.) Bu âyette geçen her bir ifadenin tek tek doğrulandığı ehli kitabın Yeni Ahit’ten gösterilebilir. Fakat bir ehli kitap mensubu ile karşılaşıldığında, yukarıdaki âyet ve izahını (ezberlemek suretiyle) sunabiliriz. Vereceği tepki umumiyetle: “Hayır benim kitabımda ne Muhammed ne Ahmed var!” şeklindedir. [Devamını oku…]
İnsan kader mahkûmu mudur
Hem bilmek başka, yapmak başkadır. Yani bilmek, yapmak demek değildir. Mesela Peygamberimiz (sav) İstanbul’un fethini müjdelemiştir, bilmiştir. Ama fetih fiilini Fatih Sultan Mehmed işlediği için Fâtih ünvanını o almıştır.
İnsan ihtiyar sahibidir. İhtiyar ise, hiçbir dış zorlama olmadan kişinin kendi inanç ve kararına göre en uygununu, en iyisini, en doğrusunu seçip ona yönelmesidir. İhtiyarını kullanan kimseye ‘muhtar’ denir. Muhtarın manası, iki şeyi inceleyip aralarında bir karşılaştırma yapan ve iki şeyin gerçekte veya kendince hayırlısını, bir zorlama olmaksızın, irade eden (seçen) kişiyi anlatır.
Herkes ihtiyarını hisseder. Mesela insan, kalbin çalışması, kanın temizlenmesi, hücrelerin büyümesi-çoğalması-ölmesi fiilleri ile yemek, içmek, konuşmak, yürümek gibi fiillerini mukayese etse ızdırârî ve ihtiyarî fiillerini farkeder ve ihtiyarını hisseder.
Risâle-i Nûr külliyatından Kader Risâlesi’nde (26.Söz, Tılsımlar Mecmuası) “Kader, ilim nev’indendir. İlim, ma’luma tabi’dir. Ya’ni nasıl olacak öyle taalluk ediyor. Yoksa malum ilme tabi’ değildir” denilir. “Kader ilim nev’indendir” ifadesinde, kaderin bilmek/bilgi olduğunu; yapmakta, yaratmakta, icatta, müessir ve esas olmadığını anlıyoruz. [Devamını oku…]
Resûlullah (asm)’ın Dilinden Tebliğ
Ebû Saîdu’l-lHudrî: “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim: ”Sizden kim (dînimize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lislsanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı îmanın en zayıf mertebesidir.”
(Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbnu Mâce)
EMR-İ BİL-MARUF NEHY-İ ANİL-MÜNKERİN ARZİYETİ VE EHEMMİYETİ
عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه قال سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول من رأى منكم منكرا فليغيره بيده فإن لم يستطع فبلسانه فإن لم يستطع فبقلبه وذلك أضعف الإيمان
رواه مسلم والترمذي وابن ماجه والنسائي
Ebu Saîdu’l-Hudrî: “Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim:” [Devamını oku…]
Nübüvvetin parlak yolu: Sırat-ı Mustakim
Fâtiha’da “Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!” dediğimizde Allah’tan şunu istiyoruz: “Ya Rabb! Bizi kuvve-i akliyenin hikmet mertebesine, kuvve-i gadabiyenin şecaat mertebesine, kuvve-i şeheviyenin iffet mertebesine hidâyet eyle! İfrat ve tefrit mertebelerinden bizleri muhafaza eyle!”
Peygamberimizin (sav) nübüvvetinin delil ve burhanları had ve hesaba gelmez. Onların hepsini izah etmek hem bizim haddimizin fevkindedir hem de böyle bir yazı veya sohbet ile de îzah edilecek bir mesele değildir. Ancak nübüvvetin parlak bir delili olan Resûl-i Ekrem (sav) efendimizin güzel ahlâkı ile Rabbimizden bize getirdiği Kur’ân-ı Azîmüşşan ve Hadîs-i Şerîflerin nübüvveti ne sûretle ispat ettiklerinden bir nebze bahsetmeye çalışacağız. [Devamını oku…]
Cinlerin Varoluşu
Cinlerin varlığı ve yokluğu ile ilgili sürekli aklımızda soru işaretleri olmuştur. Ama bunun varlığına sadece bunlarla iletişime giren kişiler kesin inanmak durumunda kalmıştır. Diğerleri her zaman acaba sorusu ile karşılaşmışlardır. Burada acizane araştırmalarım sonucu, cinlerin varlığını isbat eden delilleri size sunmaya çalışacağım. İmamul-Haremeyn ( Eşşemail ) adlı eserinde şöyele demiştir. Bir çok filozoflar ve kadere inanmayan ve dinel alakası olmayan insanlar cinlerin ve şeytanların varlıklarını inkar etmişlerdir. Bunda şaşıracak bir şey yoktur. Asıl bizi şaşırtan, kadere iman edenlerin bunca Kur’ an nasları, haberin tevatürü (sürekli tekrarlanması) gözlerimizi kamaştıracak ve inançlarımız artıracak şekilde ortaya koydukları halde, bunları inkar etmesidir. [Devamını oku…]
Medyum-Cinci Hoca
Medyumluk
Medyumluk ve Cinni Hocalık günümüzde, bir biri içine karşışan ve aslında bir biri ile aynı gibi görünen iki kavram. En ortak özellikleri ikisininde mağnevi aleme açılır kapılar olmalarıdır. Aradaki hassas denge ise hükmeden veya edemeyen, belki de hükmedilen olmalarıdır.
Medyum, genel anlamı ile soyut alemlerle ve soyut varlıklarla iletişim kurabilen, oralarda ki yaşamsal gerçekler hakkında ki bilgileri somut aleme taşıyabilen , istiğdatları nisbetince maddeden bir nebze sıyrılıp, mağna aleminin niğmetlerinden ve sırlarından istifa edebilen kişilere verilen isimdir.
Bu ihbarat ve iletişim, medyum olan kişinin kabiliyetleriyle doğru orantılıdır. Kimisi, transa geçmek için özel bir çaba harcar ve trans halinde iken bazı sıkıntılı durumlar yaşarken,bazısı da normal insanlar la iletişim kuruyor gibi sürekli trans halindedir ve hiçbir sıkıntı çekmez. Bu kişinin mağnevi alemle olan ilişkisi ve anlaşmaları ile de doğrudan alakalıdır. Eğer maksat bazı değerlerden feragat ederek haber almak ise fazla sıkıntı çekmeye bilir. Ama maksat ve amaç, cinlerin menfaatine , inançlarına ve ideolejilerine ters düşen ve onlara zarar veren boyutlarda olursa, o zaman cinler medyum olan kişiye sıkıntı verirler. Aslında cinler kendi sırlarının açıklanmasından pek hoşlanmazlar. Bu ihbarat sadece insanlarla ilgili konular olursa, onlar için pek bir şey ifade etmez. Ama kendi yaşamsal değerlerini ve hayatlarını sıkıntıya sokacak bilgiler olursa, o zaman müdahele gelir ve engel olmak için her şeyi yaparlar. Her söyledikleri de doğru değildir. [Devamını oku…]
- « Önceki Sayfa
- 1
- …
- 98
- 99
- 100