Sünnet kelimesi sözlükte; yol, usul, âdet, iyi veya kötü bir kimsenin alışkanlık haline getirdiği davranışlar manasına gelmektedir. Hadis âlimlerine göre sünnet, Hz. Peygamber’den (sav) söz, fiil, takrir, fiziki ve ahlaki vasıf olarak nakledilen her şeydir.
İslam dünyasının bazı dönemleri çok buhranlı geçmiştir. İçinde bulunduğumuz dönem de ciddi buhranların yaşandığı bir dönemdir. Bu sıkıntıların hem maddi hem manevi ayağı bulunmaktadır. Maddi tarafını zaten net bir şekilde görmekteyiz. Manevi cephesine gelince, İslam kültürünün en temelde iki ana kaynağı olan Kur’an ve sünnet-i seniyyeye de bir kısım şüphelerle yaklaşılmaktadır. Fakat bu iki kaynağa hücum edilirken sünnetin ön planda tutulduğunu görmekteyiz. Çünkü Kur’an-ı Kerimi açıklayan, Kur’an’ın anlaşılmasını sağlayan ve yeni hükümler getiren sünnet tarafı inkâr edilirse, bunun bir sonraki aşamasının Kur’an-ı Kerim olduğu şüphesizdir. Çünkü temelde Kur’an’ın etrafında zırh olan şeyler; devlet, sünnet-i seniyye ve hakiki İslam âlimleridir. Kur’an-ı Kerim’e savaş açan zihniyetler, öncelikle İslam âlimlerini itibarsızlaştırıp daha sonra sünnet-i seniyyeye hadisler üzerinden hücum ederek sünnetin elini zayıflatmayı hedeflemektedirler.
Binaenaleyh Üstad Bediüzzaman’ın sünnet-i seniyyeye dair bir kısım izahlarıyla beraber, İmam Suyuti’nin hadislerin İslamiyet’te yerini anlatan ‘Miftâhu’l-Cenne Fi’l-İhticac Bi’s-Sünne’ eserinden kısaca iktibaslar yapıp ayrıca içerdeki malumatı kendimize göre başlıklandırarak ve bir kısım yerlere de kendi fikrimizden katarak sünnetin ehemmiyetine dair olan bu yazıyı kaleme aldık.
Yazıda kısaca sünnet-i seniyyenin ne olduğunu ve hangi kısımlara ayrıldığını beyan edeceğiz. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (sav) itaati emreden ayetleri ele alacağız. Ayrıca Hz. Peygamber’e (sav) hangi yetkilerin verildiğini ele alacağız. Daha sonra Hz. Peygamber’e (sav) itaati emreden bir kısım hadisleri ele alacağız. Ayrıca bu hadislerden ve bu ayetlerden sahabenin ne anladığını anlamaya çalışacağız. Çünkü Sahabe nesli, vahye en yakın ve her halleriyle İslam dünyasına manevi rehber olmaları cihetiyle, bu ayetleri ve bu hadisleri en iyi anlayanlar elbette onlar olmuştur.
Sünnetin Tarifi
Sünnet kelimesi sözlükte; yol, usul, âdet, iyi veya kötü bir kimsenin alışkanlık haline getirdiği davranışlar manasına gelmektedir. Hadis âlimlerine göre sünnet, Hz. Peygamber’den (sav) söz, fiil, takrir, fiziki ve ahlaki vasıf olarak nakledilen her şeydir.[1]
Şu hadis-i şerifte de sünnet bu manada kullanılmıştır: “Her kim güzel bir yol açarsa, onun ve onunla amel edeceklerini sevabı o kimseye aittir. Onunla amel edenlerin sevabından eksilme olmaz. Her kim de kötü bir yol açarsa, onun ve onunla amel edeceklerin günahı o kimseye aittir. Onunla amel edenlerin günahlarından bir eksilme olmaz.”[2]
Sünnetin Kısımları
Sünnet-i seniyyeyi düşünürken çok geniş anlamda düşünmek durumundayız. Çünkü tariften anlaşıldığı üzere Peygamber (sav)’in söyledikleri (kavli), yaptığı işler (fiili) ve yanında yapıldığı zaman sükût veya tasvip etmesi (takriri), hatta yaratılışına ve ahlakına dair her şey sünnetin içerisinde zikredilir. Olaya böyle geniş pencereden bakan Üstad Bediüzzaman sünnetin kısımlarını şöyle ifade etmektedir.
Sünnet-i seniyyenin meratibi var. Bir kısmı vâcibdir, terkedilmez. O kısım, şeriat-ı garra’da tafsilatıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiç bir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevafil nev’indendir. Nevafil kısmı da, iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tabi olan sünnet-i seniyyelerdir. Onlar da şeriat kitaplarında beyan edilmiştir. Onların tağyiri bidattir. Diğer kısmı, “âdab” tabir ediliyor ki, siyer-i seniyye kitaplarında zikredilmiştir. Onlara muhalefete, bid’a denilmez.[3]
Hanefi ulemasınca da sünnet genellikle iki kısma ayrılmış,
Birinci kısmı sünnet-i müekkede (te’kid edilmiş kuvvetli sünnet) ikinci kısmı ise, sünet-i gayr-i müekkede tabir edilmiştir. Sünnet-i müekkedeye özellikle şeaire taalluk eden sünnetler (ezan gibi, namazın cemaatle kılınması gibi), sabah namazının iki rekât sünneti gibi misaller verilmiştir. Gayr-i müekkede sünnete ise ikindi ve yatsı namazının dört rekât sünnetleri gibi misaller verilmiştir.
Ayrıca Hanefi âlimler sünnet-i hüda, sünnet-i zâide gibi iki kısma ayırarak, sünnet-i hüdanın sünnet-i müekkede gibi güçlü sünnetlere verilen isim olarak zikretmişlerdir. Sünnet-i zâideye ise daha çok, Üstad Bediüzzaman’ın da ifâde ettiği, ikinci kısmın ikinci kısmı olan âdat sünnetler şeklinde ifâde etmişlerdir. Burada Üstad Bediüzzaman’ın taksiminde en önemli ayrım, sünnetin vacip olan kısmından bahsetmesidir.
Üstad, sünnet-i seniyye içinde en mühim olanlarının, İslamiyet alametleri olan şeaire taalluk eden sünnetlerolduğunu ifade etmiştir. Tarihte İslamiyet’e darbe vurmak isteyenlerin öncelikle şeairi ortadan kaldırmaya çalışmak istemeleri de, bu tarz sünnetlerin ne kadar ehemmiyetli olduğunu ortaya koymaktadır.
Hz. Peygambere (sav) İtaati Emreden Ayetler
Hepimizin malumu, mümin bir kimseye gereken, Kur’an-ı Kerim’de emredilen ayetleri kalbinde en ufak bir tereddüt göstermeden tamamıyla tasdik etmesidir. Bizim için, bir hükmün ana kaynağı mühimdir. Bu kaynak Kur’an’ı Kerim ise, itaat bizim üzerimize farzdır. Hz. Peygamber’e (sav) itaati emreden de Kur’an-ı Kerim’dir. Hiçbir hüküm olmasaydı, Kur’an-ı Kerim’de bu konuya dair tekbir ayet de olsaydı, bizler hiç tereddüt etmeden Peygamberimize (sav) itaat ederdik. Hz. Peygamber’e (sav) itaatten kastın Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye olduğu aşikârdır. Çünkü bu itaati emreden ayetlerde Allah’a itaat edin ve Resulüne itaat edin ifadeleri vardır. Allah’a itaati Kur’an-ı Kerim’e râci olduğu, Hz. Peygamber’e (sav) itaatin ise sünnet-i seniyye olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bununla beraber Kur’an’ı Kerim’de onlarca ayet doğrudan Peygamber (sav)’e itaat etmekten ve isyan etmekten kaçınmaktan bahsetmektedir. Ayrıca eski kavimlerden Peygamberlere (sav) itaat edenlerin necat bulmaları ve isyan edenlerin daha dünyada iken cezaya çarptırılmaları da bu manada anlaşılmalıdır.
İtaati emreden ayetlerden bir kısmı aşağıdaki gibidir:
- Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; peygambere ve sizden olan ülü’l-emre(emir sâhibi idarecilerinize)de itaat edin! O hâlde bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, artık onu Allah’a ve peygambere arz edin! Bu hem hayırlı, hem de netice itibarıyla daha güzeldir.[4]
- “Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” Kim de(ondan)yüz çevirirse, zaten seni onların üzerine bir muhafız (bekçi olarak)göndermedik.[5]
- Bunlar Allah’ın hudududur. Artık kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, (Allah) onu altlarından nehirler akan Cennetlere koyar; orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Ve işte büyük kurtuluş budur. [6]
- Kim de Allah’a ve Resulüne isyan eder ve O’nun hududunu aşarsa, (Allah) onu içinde ebedî olarak kalıcı olduğu bir ateşe koyar ve onun için aşağılayıcı bir azab vardır.[7]
- Biz hiçbir Peygamberi, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksatla göndermedik. Ve gerçekten onlar(günah işleyerek)nefislerine zulmettikleri zaman, sana gelip de Allah’tan mağfiret isteselerdi (ve) peygamber de onlar için bağışlanma dileseydi, şübhesiz Allah’ı, Tevvâb (tevbelerini kabul edici), Rahîm (yalvarışlarına merhamet edici) olarak bulurlardı! .[8]
- “Fakat hayır! Rabbine yemin olsun ki, (onlar) aralarında çıkan karışık işler hususunda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı kendi (gönül)lerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar!”[9]
- (Habibim, ya Muhammed!)De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o hâlde bana tâbi’ olun ki, Allah (da)sizi sevsin ve günahlarınızı size bağışlasın!” Çünki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)[10]
Yukarıdaki ayeti Üstad Bediüzzaman kısaca şöyle tefsir etmiştir:
“Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullah’a ittiba edilecek. Eğer ittiba edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Eğer muhabbetullah varsa, netice verir ki; Habibullah’ın sünnet-i seniyyesine ittibaı intac eder. Evet, Cenab-ı Hakk’a iman eden, elbette ona itaat edecek.”[11]
Başka bir yerde ise Allah sevgisinin, sünnet-i seniyyeye uymayı netice vereceğini şöyle ifade etmiştir: “Muhabbetullah, sünnet-i seniyyenin ittibaını istilzam edip intac eder.”[12]
Hz. Peygamber’e (sav) olan muhabbetin de yine sünnete uymaktan geçtiğini şöylece ifâde eder: “O’na iştiyak ve meyl ve muhabbet, O’nun (sav) sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrasına ittiba’ iledir.”[13]
Son olarak da Üstad Bediüzzaman’ın bu konuya dair kısa fakat harika bir ifadesiyle itaat meselesini bitirmiş olalım:
“Cenab-ı Hakk’a iman eden, elbette ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bila-şübhe Habibullah’ın gösterdiği vHadislerde Sünnete Uymanın Emredilmesi
Kur’an-ı Kerim’de nasıl Resul-ü Ekrem’e (sav) uymayı emrediyorsa aynı zamanda bir kısım Hadis-i şeriflerde de bu husus dile getirilmektedir. Bu hadislerden birkaç tanesi şöyledir:
“Size iki şey bırakıyorum (bunlara tutunursanız) asla dalâlete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi kıyamette havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”[15]
“Yüz çevirenler hariç ümmetimin tamamı cennete girecektir. “Sordular: Ya Resûlallah! Kimdir o yüz çevirenler?” Cevap verdiler: “Bana itaat eden cennete girer, isyan eden de yüz çevirmiş olur.”[16]
İlim üçtür: Şeriatı anlatan kitap Resûlullah’tan (sav) varid olan sünnet, bir de “bilmiyorum” demek.[17]
“Size öyle bir zaman gelecek ki, şu üç şeyden daha kıymetli bir şey olmayacak: Helal para, güvenilir ünsiyet edilen kardeş, amel edilen sünnet.”[18]
Beyhâki İbn Abbas’tan nakille Resûlullah (sav)’in şöyle buyurduğunu nakleder:
“Kur’ân’da bir husus size bildirildiği zaman, herkes onunla amel etmek zorundadır. Hiç kimsenin onu terk etme özür yoktur. Eğer Allah’ın kitabında o husus yoksa varid olan sünnetim geçerlidir. Eğer sünnetimde de yoksa ashabımın sözleri geçerlidir. Çünkü ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Ashabımın ihtilafı ise sizin için rahmettir.”[19]
İslam Büyüklerinin Sünnete Dair Bir Kısım Sözleri
Bu bölümde ise sünnetin ehemmiyetine dair, İslam büyüklerinden bir kısım sözlere yer vereceğiz:
Hz. Ali (ra):
“Din akla göre olsaydı, meshin mestin üstünden ziyade altına olması daha münasip olurdu. Fakat ben Resûlullah’ın (sav) mestin üstüne mesh yaptığını gördüm.”[20]
İbn Ömer (ra):
“Ümmet sünnete sarılığı sürece doğru yoldan sapmaz.”[21]
Urve (rh):
“Sünnete tabi olmak dinin esasıdır.”[22]
Amir (rh):
“Sünneti terk ettiğiniz zaman helak olursunuz.”[23]
Sünneti terk ettiğiniz zaman helak olursunuz!
Rebi’den: “Şafii’nin (ra) şöyle dediğini duydum. Kitabımda Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine aykırı bir şey bulursanız, Resûlullah’ın (sav) sünnetini alın, benim dediğimi bırakın.”[24]
HZ. PEYGAMBERİN (SAV) VAZİFELERİ
Hz. Peygamber’in (sav) son elçi olarak gelmesi ve cihanşümul bir dava ile ortaya çıkması elbette Kâinatın efendisinin birçok vazifesi olmasını da beraberinde getirmiştir. Bizler Resul-ü Ekrem (sav)’in bütün vazifelerini ele almaktan ziyade birileri tarafından en çok itiraz edilen hüküm koyma yetkisini ele alacağız. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in (sav) başlıca şu vazifeleri bulunmaktadır:
- Tebliğ
- Tebyin (açıklama)
- Mücmel ayetleri açıklamak
- Müşkil ayetleri açıklamak
- Umumilik ifade eden ayetleri tahsis etmek
- Mutlak ifadeleri takyid etmek
- Hükümleri teyid etmek
- Tezkiye (Ahlakıyla insanların manen temizlenmelerine vesile olmak)
- Kur’an’da bulunmayan hükümler koymak.[25]
Hz. Peygamberin (sav) Hüküm Koyma Yetkisi
Bir kısımları, Hz. Peygamber’e (sav) itaati emreden ayetleri bir şekilde yorumlarken hüküm koyma yetkisini ise tamamen inkâr etmek yoluna gitmektedirler. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetler hüküm koyma yetkisini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bunlardan bir tanesi Haşr Suresi 7. ayettir. Şimdi bu ayeti Sahabe Efendilerimizin nasıl anladıklarını görmek için, iki kıssa ile sizi baş başa bırakıyorum.
Beyhakî Habib b. Ebi Fedale el-Mekki ‘den senediyle şu rivayeti nakleder.
İmran b. Husayn (ra) ilgili hadisler ışığında şefaati anlatır. Oradakilerden bir tanesi:
“Ey Ebu Nuceyd! Siz bizlere hadisler anlatıyorsunuz fakat biz bunlarla ilgili Kur’an’da bir asıl bulamıyoruz”, deyince İmran kızar ve adama şöyle der:
“Sen Kur’an’ı okudun mu?”
“Evet.”
“Peki, Kur’ân’ın hiçbir yerinde yatsı namazının farzının dört, akşamınkinin üç, sabahınkinin iki, öğleyle ikindininkinin de dört rekât olduğuna rastladın mı?”
“Hayır.”
“Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resûlullah (sav)’den öğrenmedik mi? Peki Kur’an’da kırk koyunda bir koyun, şu kadar deveye şu kadar dirheme şu kadar zekât düştüğüne rastladın mı?”
“Hayır.”
“Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resûlullahtan (sav) öğrenmedik mi? Keza Kur’ ân’da “Sonra (vücutlarındaki) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atîk’ı (Kâ’be’yi) tavâf etsinler!”[26] ayetini okumadınız mı? Peki, orada Kâ’be’yi yedi defa tavaf edin, makamın arasında ki iki rekât namaz kılın diye bir ifadeye rastladınız mı? Aynı şekilde Allah Rasulü’nün (sav) buyurduğu şu hususular Kur’an’da var mı?”
“Zekât tahsildarının bir yerde konaklaması ve toplayıp getirilecek kimseyi zekât mallarının bulunduğu mahallelere gönderilmesi, zekât tahsildarının uzak bir yerde konaklayıp zekâtın yanına getirilmesini emretmesi, kız kardeşlerini birbirlerine vererek mehirsiz evlenmek İslam’da yoktur.”
Peki, Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurdu, duymadınız mı?
“Peygamber size ne verdiyse, artık onu alın; size neyi de yasakladıysa, ondan hemen kaçının!”[27]
İmran (ra) daha sonra şöyle söyler;
“Sizin bilginizin olmadığı Resûlullahtan öğrendiğimiz daha başka şeyler de var.”[28]
Diğer kıssa ise şöyledir: Buhari ve Müslim’de İbn Mesud’dan şöyle dediğini rivayet eder:
“Dövme yapana, yaptırana, güzelleşmek için kaşlarını yolan, dişlerini inceltene, Allah’ın yarattığı şekli değiştirenlere Allah lanet etsin.”
İbn Mes’ud’un (ra) bu sözü Benu Esed’den Ümmü Ya’kub adlı bir kadına ulaşınca, kalkıp gelir. “Bana gelen habere göre şöyle dermişsin” der. İbn Mes’ud da (ra):
“Resûlullah’ın (sav) lanet ettiğine ben niye lanet etmeyeyim ki? Hem Kur’ân’da bu husus geçmiyor mu ki” deyince, kadın:
“İki kapak arasını okudum, fakat bu dediğini mushafta bulamadım” der. İbn Mesud da şöyle der:
“Okusaydın bulurdun. Sen Kur’ân’da: ‘Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neden de yasakladıysa ondan sakının’[29] ayetini okumadın mı?”
“Okudum.”
“(Gördün mü işte ) Resûllullah (sav), (benim saydığım) şeyleri yasaklamıştır.”[30]
Bu iki kıssa bizlere, Sahabe Efendilerimizin bu ayetten, Hz. Peygamber’in (sav) sözlerine itaat etmeyi anladıklarını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Ayrıca başka bir kıssa da Ahzap Suresi 36. ayet-i celile ile ilgilidir. Tâvus ikindiden sonraları iki rekât (nafile) namaz kılıyordu. İbn Abbas (ra) ona bu namazı bırakmasını tavsiye edince, “Bırakmam” der. İbn Abbas da (ra)ona şöyle der:
“Resûlullah (sav) ikindiden sonra (nafile) namaz kılınmasını yasaklamışlardır. Bu kıldığın namazda sevap mı kazanıyorsun yoksa azaba mı uğrayacaksın bilemiyorum[31]. Çünkü Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle buyuruyor:
‘Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık ne mümin bir erkek, ne de mümin bir kadın için (o hükme muhalif) işlerinde kendilerine (başka bir yolu) seçme hakkı yoktur! Ve her kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, artık muhakkak ki apaçık bir sapıklık ile dalâlete düşmüş olur.’[32]
Burada da Sahabe Efendilerimiz içerisinde Kur’an-ı Kerimi en iyi anlayanlardan biri olan ve Resûl-i Ekrem Efendimizin (sav) duasına mazhar olmuş İbn Abbas (ra) Peygamber Efendimizin (sav) verdiği hükümlere ittiba etmenin zaruri olduğunu bize ders vermektedir.
Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de, Cenab-ı Hak Peygamber’in (sav) bir hüküm koyduğu zaman nasıl bir tavır takınacağımızı şu ayet-i celilelerle ifade etmektedir. “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü ancak: ‘İşittik ve itaat ettik!’ demeleridir. İşte bunlar, gerçekten kurtuluşa erenlerdir.”[33]
Son olarak da bu konu ile ilgili A’raf Suresinde Peygamber (sav)’in hüküm koyma yetkisi şu ifadelerle net bir şekilde ortaya konmaktadır. “(O peygamber) onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten yasaklar; hem onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri ise üzerlerine haram kılar.”
Bu ayetin sonu ise müminlere çok güzel ölçü vermektedir: “Artık ona iman eden, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nûra (Kur’ân’a) tâbi’ olanlar var ya, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir!”[34]
Hadisin Delil Oluşunu İnkâr Edenin Durumu
İmam Suyuti (rh) yazmış olduğu kitabın baş taraflarında hadislerin delil olduğunu kabul etmeyenlere karşı bir kısım şeyler söyleyerek daha sonra İmam Şafii’den (ra) bir olay nakleder: “Allah size merhamet etsin. Şunu bilesiniz ki, Usûl ilminde maruf olan şartları taşıyan –kavli olsun fiili olsun-hadisler hüccettir. Resûlullah’ın hadislerini inkâr eden kimse küfre girer ve İslam dairesinden çıkar, Yahudilerle Hıristiyanlarla veyahut ta Allah’ın murad ettiği diğer kâfir fıkralarla beraber haşr olunur.”[35]
İmam Şafii (ra) bir gün bir hadis rivayet eder ve “sahihtir” der. Birisi:
Ey Ebû Abdillah! Sende aynı kanaatte misin?” diye laf edince, bozulur ve şöyle der:
“Ey adam! Sen beni hiç Hristiyan olarak gördün mü? Bana kiliseden çıkarken rastladın mı? Belim de Hristiyan zünnarına şahid oldun mu? Hem Resûlullah (sav) hadis rivayet edeceğim, hem de aynı görüşte olmayacağım ha!”[36]
Üstad Bediüzzaman ise sünnete ittiba etmeyenler için şöyle demektedir: “Sünnete ittiba etmeyen, tembellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinâyet-i azîme; tekzibi işmam eden tenkid ise, dalâlet-i azîmedir.”[37]
SADECE KUR’AN’LA AMEL EDİLMESİNİ SÖYLEYENLERİN CEHALETLERİNİN ORTAYA KONUŞU
Her asırda bir şekilde kendine taraftar bulan, bir kısım yerlerde kendilerini Kur’aniyyun olarak ifade eden, biz yalnızca Kur’an’da bulduğumuza tabi oluruz diyen zavallı gruplar olmuştur. Bu grupların ortak özellikleri, samimiyetten yoksun olmaları, bu ifadeleri kullanırken de bilerek veya bilmeyerek Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayeti inkâr etmeleridir.
Ayrıca yüzlerindeki soğukluk, İslam ümmetini kabul edememe ve sünnet-i seniyyenin nurundan istifade edememek de bunların ortak özelliklerindendir. Böyle bir grubun varlığından Peygamber (sav) bahsetmiştir. Dikkat edilirse bu anlayış, asrımızda bulunmakla birlikte, daha önce anlatılan iki kıssadan anlaşıldığı üzere, tabiin döneminde de bulunmuş ve bir kısım sahabelerle tartışmışlardır.
Bu adamların ortak özelliklerinden birisi ise, hakikatleri istediğiniz kadar anlatın, ayetleri tevil etmeleri ve hadisleri hafife almaları veya inkâr etmeleri olarak görmekteyiz. Bu olay Beyhaki’nin Süfyan’dan (ra) naklettiği şu olayı hatırımıza getirmektedir:
“Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden… sakınsınlar”[38] ayetinde geçen beladan muradın, Allah’ın (cc) kalplerini mühürlemesi olduğunu nakleder. [39]
Ayrıca sünnetin delil oluşu sabit olmasaydı, Resulullah Efendimiz (sav) veda hutbesinde orada bulunanlara dini hususları öğrettikten sonra şöyle buyurmazdı:
“Burada bulunanlarınız bulunmayanlara aktarsın. Çünkü aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha iyi anlar.”[40]
Beyhaki sonra şu hadisi zikreder:
“Bizden işittiği hadisi işittiği gibi rivayet edenin Allah yüzünü ağartsın, çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler, dinleyenden daha iyi beller.”[41]
Hz. Peygamber’in (sav), Hadisleri İnkâr Edecek Kimselerden Haber Vermesi
Hz. Peygamber (sav) ümmetin içerisinden çıkacak, fakat hadisleri kabul etmeyecek bir kısım şahısları, nazar-ı nübüvvetle görmüş ve onlardan haber vermiştir. O rivayetlerden bir tanesi şöyledir:
“İyi bilin ki bana Kur’ân ve onunla beraber bir misli verildi. Yine iyi bilin ki bana Kur’ ân ve onunla beraber bir misli verildi. Keza bilesiniz ki karnı tok kişinin koltuğuna kurulup şöyle demesi yakındır. Size sadece Kur’ân yeter. Kur’ân’da helal olarak bulduğunuzu helal sayın. Haram olarak bulduğunuzu da haram sayın. Şunu bilesiniz ki ehli eşek tırnaklı hayvan ve zimmilerin yitik malı sizlere haramdır.”[42]
Bu Asırda Sünnet-i Seniyyeye Uymanın Ehemmiyeti
Sünnet-i seniyyeye uymak her dönemde ehemmiyetlidir. Fakat bazı dönemler vardır ki, -nasıl ki harp zamanında düşmanın karşısında bir saat nöbet başka zamanlara nispeten yüz saat kıymetinde olabilir- aynen bunun gibi sünnet-i seniyyeye düşmanlığın daha çok olduğu böyle dönemlerde sünnet-i seniyyeye uymak daha büyük bir ehemmiyete haizdir. Bunun içindir ki hadisi şerifte, “Ümmetimin fesada gittiği dönemde sünnet-i seniyyeme sımsıkı sarılana yüz şehid sevabı vardır.”[43]buyurulmuştur. Üstad Bediüzzaman bunu şu veciz ifâde ile beyan etmiştir.
“Fesad-ı ümmet zamanında sünnet-i seniyyenin küçük bir âdâbına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvayı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.”[44]
Ayrıca Üstad Bediüzzaman istiâze bahsinde şeytanın desiselerini saydıktan sonra, şeytana karşı zırhın takva olduğunu, siperin ise sünnet-i seniyye olduğunu şöyle ifâde etmektedir.
“Ey ehl-i iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’ân’ın tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz, Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnet-i seniyyesidir. Ve silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır”.[45]
Hadis-i şerifte ise, bu asırda sünnete uyanlar şu şekilde müjdelenmiştir:
“Ümmetin son demlerinde bir topluluk bulunacak onlara öncekilere verilen sevaplar kadar sevap verilecektir. Bunlar münkirleri reddedip, fitneci topluluklarla savaşacaklar.”
İbrahim b. Mûsâ ‘ya sordular:
“Onlar kimlerdir?”
“Onlar ehl-i hadistir. ‘Resûlullah şunu yapın şunu da yapmayın buyurdu’ diye söyleyeceklerdir.”[46]
Sünnet-i Seniyye’nin Kazandırdıkları
- “Ümmetimin fesada gittiği dönemde sünnet-i seniyyeme sımsıkı sarılana yüz şehid sevabı vardır”[47]hadis-i şerifinin işaretiyle yüz şehid sevabını kazandırabilir.
- Üstadın ifadesiyle “Sünnet-i seniyyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.”[48]Bu ifadelerden anlaşılıyor ki sünnet-i seniyyenin âdetler tabir ettiğimiz en küçük kısmı bile ehemmiyetlidir. Çünkü ittiba ettiğimiz her sünnet, hayatımızın her adımını Peygamberimizin (sav) yolunda olmasından dolayı ömrümüzü bereketlendirir ve her adımımız bizim için bir cennet meyvesi ve bir sevap kapısı olur.
- Sünnet-i seniyyeye ittiba eden, edebi elde eder. Çünkü “Sünnet-i seniyye, edebdir. Hiç bir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edeb bulunmasın!”[49]Ayrıca Cenab-ı Hak edebin bütün güzelliklerini Resul-ü Ekrem’de (sav) bir araya toplamıştır.
- Sünnet-i seniyyeye her uyduğumuzda Resul-ü Ekrem (sav)’i hatırlarız. Bu hatırlama aynı zamanda Cenabı Hakkı hatırlamamıza bir vesile olur.
- Sünnet-i seniyyeye ittiba eden, hem dünya hem ahiret saadetine mazhar olur. Bunu Üstad Bediüzzaman şöyle ifade etmiştir: “Sünnet-i seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemâlâtın madeni ve menbaıdır.”[50]
Elbette sünnet-i seniyyeye uymanın kazandırdıkları bunlardan ibaret değildir. Biz yalnız numune için birkaç misal verdik.
Konuyla ilgili daha geniş malumat almak isteyenler, İmam Suyuti’nin (rh) ilgili kitabına, özellikle bu asrın idrakine konuşan Üstad Bediüzzaman’ın 11. Lem’a risalesine müracaat etsinler. Biz o büyük bahçelerden birkaç meyveyi sunduk. Cenab-ı Hak istifade etmeyi nasip eylesin.
Cenab-ı Hak bizleri Resûl-ü Ekrem (sav)’in sünnet-i seniyyesine hakkıyla ittiba edenlerden eylesin. Âmin.
[1] Ahmet Yücel, Hadis usulü, s. 37
[2] Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 31, s. 536
[3] Lem’alar, s. 54-55
[4] Nisa, 59
[5] Nisa,80
[6] Nisa, 13
[7] Nisa, 14
[8] Nisa, 64
[9] Nisa, 65
[10] Al-i İmran, 31
[11] Lem’alar, s. 54
[12] Lem’alar, s. 54
[13] Zülfikâr, s. 262
[14] Lem’alar, s. 54
[15] Hâkim, Müstedrek, I, 93, vd.; Miftâhu’l-Cenne Fi’l-İhticac Bi’s-Sünne’ (Sünnetin İslam’daki Yeri), İmam Suyuti, trc. Enbiya Yıldırım, s. 27
[16] Buhari, el-İ’tisam, bab no: 2, vd.; age. s.35
[17] Et-Taberâni, el-Mu’cemu’l-Evsat, II, 7 vd; age. s. 83
[18] Et-Taberâni, el-Mu’cemu’l-Evsat, I, 96 vd; age. s. 84
[19] Beyhaki, el-Medhal, s. 163; el-Hatib, el-Kifaye, s. 165
[20] Ebû Davud, et-Tahare, bab no: 63 vd; age. s. 73
[21] Beyhaki, el-Medhal, s. 194; agy.
[22] Beyhaki, age. s. 195; agy.
[23] Beyhaki, age. s. 198; agy.
[24] Beyhaki, age. s. 198; age. s. 75
[25] Teferruatlı bilgi için bkz. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, s. 19-31
[26] Hac, 29
[27] Haşr,7
[28] Delâlilu’n-Nübüvve, 1/27, age. s. 24,25
[29] Haşr,7
[30] age. s. 36
[31] age. s. 51
[32] Ahzab,36
[33] Nur, 51
[34] Araf,157
[35] Age. s. 18
[36] Age. s.18, Ebu Nuaym, vd.
[37] Lem’alar, s. 61
[38] Nur, 63
[39]Age, s. 36
[40] Buhari, İlm, bab no: 9, vd; age. s. 22
[41] Tirmizi, İlm, h.no:2657, Beyhaki,, I, s. 23, vd; age. s. 22
[42] Beyhaki, Sünenu’l-Kübra, c. 4, s. 332, vd; age. s. 26
[43] Kaynak yazılacak.
[44] Lem’alar, s. 51
[45] Lem’alar, s. 72
[46] Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 62 vd. age. s. 100
[47] Emâli-i İbn Bişran, c.1, s. 218
[48] Lem’alar, s. 51
[49] Lem’alar, s. 55
[50] Lem’alar, s. 58
ALINTIDIR