“Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette burhan-ı akliyeye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur’an hükmedecek”
Bediüzzaman Said Nursi (Rh.A)
Bu kâinata dikkatle bakan her bir insan görür ki; kâinattaki her bir işte ve işleyişte pek muhteşem bir ahenk, göz kamaştırıcı bir hüsün, harika bir isabet ve fevkalade bir tevafuk vardır. Bu kâinatın sultanı olan Cenab-ı Hak, yaptığı her işte, gösterdiği her iradede bir hikmet ve bir intizamı gözetmiştir. O’nun her fiili sanatlı ve hikmetli, her işi muvafık yani tavafukludur. Cenab-ı Hakkın, kudretiyle konuşurken, yani âlemde birbirinden güzel ve harika binlerce güzel eşyayı ve güzelliği yaratırken görünen tevafuk gösterir ki, bu âlemin sahibi sadece yaratmıyor, aynı zamanda güzel yaratıyor, faydalı ve ölçülü yaratıyor ve isabetli yaratıyor. Kudret kaleminin kelimeleri olan sanat-ı İlahi âlemde öylesine tevafuklu bir şekilde arz-ı endam ediyor ki hem varlıkları, hem mana ve hikmetleri ve en mühimi tevafukları ile tevhid ve vahdete kuvvetli birer delil oluyorlar. Yani âlemde görünen ve Cenab-ı Hakkın varlığına kuvvetli deliller olan eşyanın, ayrıca sanat ve hikmet gibi vasıflarla muttasıf olması o Zatın nihayetsiz güzelliğine, hudutsuz ilmine ve gayr-i mütenahi kudretine işaret etmektedir.
Tevafuk hakikati, kudretin sadece gözükmesine değil, mütenasip ve estetik bir şekilde, ölçülü ve ahenkli bir tarzda ve hikmetli ve isabetli bir surette tecelli etmesine vesile olmaktadır. Diğer bir ifade ile tevafuk, aslında kudret-i İlahinin bir disiplin, bir hikmet ve uyumluluk ile zuhuruna vesile olmaktadır.
Tevafuk, İlahi bir dil; tevafuk, Rabbani bir üslup ve tevafuk, Sultan- Ezel ve Ebed olan Rabbimizin cilveli bir imzası, sikkesi ve tuğrasıdır.
Şimdi gerek insanda gerekse kâinatta görünen tevafuklardan bazılarına bir göz atalım.
İlk olarak insanın yaratılışına bakacağız;
İnsanın bedensel varlığındaki en ince sır, en müdakkik hesap ve en gizli imza onun DNA’sıdır. DNA, insanın yaratılış ayarları, fıtrat ve hilkat kodları olarak anlayabileceğimiz, kudretin en ince bir tezahürüdür. DNA, tam üç buçuk milyar harften oluşan bir kodlama sistemidir. Eğer DNA’daki bilgileri bir kâğıda dökmemiz gerekseydi, her biri 500 sayfa olan 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız gerekirdi. Bu ansiklopedileri sığdırmak için ise bir futbol sahası uzunluğunda kütüphaneye ihtiyacımız olurdu
A-T-G-C harflerinin çok özel bir irade ve yüksek bir hikmet ile sıralanması anlamına gelen DNA düzeneğinde, tek bir harfin doğru yerde olmaması insan vücudunda farklı hasarlara ve hastalıklara yol açabilecek kadar hassastır. Üç buçuk milyar harfin tam bir uyum, tam bir ahenk, tam bir hesap, tam bir ölçü, tam bir nizam ve intizam ve en önemlisi tam bir tevafuk içinde dizilmesi gösteriyor ki, bu harfler ancak ve ancak nihayetsiz bir ilim ve kudret sahibi bir zat tarafından yazılabilir. Hem bu üç buçuk milyar adet harfin üç buçuk milyarının da hep isabet etmesi gösterir ki o Zatın kuvvetli ve şaşmaz bir iradesi vardır. Zira “HEP İSABET EDENE HİÇ TESADÜF DENİR Mİ?”
O Zatın kudret kelimelerindeki her bir harfin büyük bir tevafuk ile yan yana gelmesi ve bir manaya hizmet etmesi gösterir ki; o Zatın, matematikteki sayıları çaresiz bırakan azametli bir büyüklüğü ve haşmetli bir saltanatı vardır.
Şimdi de kudret-i İlahinin ihtişamlı bir sergisi olan feza âlemine yani uzaya bakalım:
500 bin kişinin yaşadığı bir şehirde yüzlerce trafik işareti, binlerce trafik polisi ve onlarca trafik kaidesi olmasına rağmen, her biri bilinçli binlerce şoförden her gün 5-10 tanesi kaza yapmaktadır. Tabiri caiz ise birden fazla şoförün olması, kazaları kaçınılmaz kılmaktadır. Oysa feza âleminde yüzlerce gezegen, milyarlarca yıldız ve bir o kadar gök cismi, yüz binlerce km’lik hızları ile bilinen ve görünen bir işaret, şuurlu bir şoför ortada yokken hiçbir kaza ve kargaşaya sebep olmadan, üstelik büyük bir sükûnet, büyük bir disiplin ve büyük bir tevafuk ile hareket etmeleri gösterir ki bu âlemin bir maliki var; hem o malik nihayetsiz derecede âlim ve hakîm bir zattır… Zerrelerden seyyarata kadar nüfuz eden gücü ile, dünya ile güneş arasına koyduğu ve mahlukatın hayatını muhafaza ve idame etmeye müteveccih rahmetli bir mesafe ile, ayrıca gezegenleri birbirine manevi bir iple bağlamışçasına tevafuklu bir intizam içinde kendine itaat ettirmesi o Zatı, şuur sahiplerine güneş gibi aşikar bir surette göstermektedir…
Gezegenimiz olan dünyanın da içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisinde yaklaşık 250 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir. Gözlemlenebilir âlemde yaklaşık 100 milyar adet galaksi daha bulunduğunu düşündüğümüzde âlemdeki milyarlarca yıldızın, gök cisminin, binlerce gezegenin emirber bir nefer gibi kendileri için öngörülmüş ve takdir edilmiş olan yörüngede hiç şaşmadan dönmeleri ve yol almaları, gezegenlerin ve yıldızların insan aklına durgunluk veren ve hayranlık uyandıran diziliş ve mesafeleri âlemdeki “tevafuku” ihtişamlı bir surette göstermektedir. Bu tevafuk, kâinata vurulan bir tevhid mührüdür. Zira nizam, nazımı istilzam ettiği gibi, tevafuk bir muvafık kılıcıyıistilzam eder.
Son olarak da tabiat denen sanat-ı İlahideki birkaç tevafuktan bahsedelim;
Mesela tohumlar, çiçekli bitkilerde bulunan polenlerin yani erkek hücrelerin çiçeklerin dişi üreme organlarına ulaşması da çok ince bir hesap ve muhteşem bir tevafukla gerçekleşir. Bu işlemin gerçekleşmesi için Cenab-ı Hak rüzgâr, böcekler ve bazı hayvanları istihdam etmekte ve gözle görülmeyen o küçük tohumları üremenin gerçekleştirilebilmesi için gereken noktaya taşıtmaktadır. Mesela bu süreçte kullanılan rüzgârın şiddeti biraz az ya da fazla olsa aşılama gerçekleştirilemeyecek yani üreme olmayacaktır. Buradaki hesaplamalar ve ayarlamalar tam bir tevafuk ile yapılmakta ve yine hedefi on ikiden vurmaktadır… Hep isabet edene hiç tesadüf denilebilir mi, elbette hayır. Buna ancak tam bir tevafuk denir…
Hem mesela;
Birçok bilim dalının ittifakla tespit ve itiraf etmiş olduğu ve neredeyse tüm yaratılmışların ortak bir ölçü ile tek bir dest-i kudretten çıktığını gösteren altın oran hakikati de tevafuk gerçeğine kuvvet vermektedir. Zira Rabbimiz,
“O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur; ne bir çocuk edinmiştir, ne de mülkünde bir ortağı olmuştur; her şeyi yaratıp onu (maslahatına en uygun bir şekilde) tayin ederek takdîr etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)
“Ve onu hesab etmediği yerden rızıklandırır! Kim Allah’a tevekkül ederse, artık O ona yeter! Şübhesiz ki Allah, emrini yerine getirendir. Doğrusu Allah, her şey için bir ölçü koymuştur.” (Talak Suresi, 3)
“… Çünki O’nun katında her şey (kader olarak yazılı) bir ölçü iledir.” (Ra’d Suresi, 8)
gibi ayetlerle bu hakikate işaret etmektedir.
İnsanın bedeni ve bedenindeki organların ölçüsünden kar kristallerine, DNA’daki ölçülerden uzaydaki spiral galaksilerin ölçülerine ve hatta çiçeklerin yapraklarındaki oran ve ölçülere dikkatle bakıldığında görünür ki; büyük âlem dediğimiz kainattaki yaratılış ölçülerinde kullanılan matematiksel oran ne ise, hücrenin yaratılışında kullanılan matematiksel ölçü ve oran da aynıdır. Zira tek bir hesap, tek bir matematik ve tek bir formül elbette ve elbette tek bir mühendisi gösterir. O mühendisin her işinde âlemi kaplayan bir tevafuk vardır.
Kâinat ve kâinatın en mükerrem ve mükemmel misafiri olan insanın yaratılışındaki tevafuklardan sonra, kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi olan Kur’an’ın da tevafuklu bir hitaba ve tevafuklu bir yazılışa sahip olduğunu görmekteyiz. İçindeki edebi sanatlar, üslubundaki harikalıklar birer tevafuk değeri taşımakla beraber, o kelamın sahibi olan Rabbimizin zaman üstü hitabının da bu tevafuktan ciddi hissesi olduğunu müşahede etmekteyiz.
ALINTIDIR